Çarşamba, Ekim 03, 2012

Aşkın Kimyasal Hali




İşi gücü olmayan bilim adamları yeni çıkardılar bu terimi: “Aşkın Kimyası” Feromon diye bir salgı varmış, onu parfüm yapınca karşı cins kendi beynine karşı bile koyamadan direk cinsel hisler içerisine giriyormuş. Bu işi gücü olmayan bilim adamları aşkı bir kalp macerasından, hislerden ziyade bir beyin aktivitesidir diye tanımlıyorlar. Hatta bilimsel olacak diye üç farklı faz haline de uyarlamışlar: “Büyüleyici Faz”, “Bağlılık Fazı”, ve “Güven Fazı”. Yani bilim adamlarına göre bir insana âşık olmaz elimizde değil sadece hormonların etkisindeymiş. Kısaca yanlış bir insana âşık olunca, ondan zarar görünce benim değil hormonlarımın suçu diyebiliyor günümüzdeki insanlar. Oh ne kolay değil mi?

Yahu insan biraz düşünür. Sen insan ’sın, düşünebilen bir canlısın, hayvandan bir farkın var ki 1000 sene önceki hayvan bugün de aynı şeyi yaparken bak sen uzaya falan gidiyorsun, iphone falan yaptın hani… İnsanda akıl, mantık diye bir şey var sonuçta.. İnsanoğlu iradesini kullanarak aç kalabiliyorken, gerekirse günlerce uyumuyorken, her şeyden önce üretebiliyorken bunlara iradesi yetiyor da ötekiler mi hormon? Büyüdükten sonra anne-babaya saygı duymaya devam eden kaç hayvan gördünüz çevrenizde?
Bu tip buluşlar hayatı boyunca asosyal olmuş, insan olamamış duygulardan bir haber bilim adamlarından çıkıyor bence. Sonra da her okuduğuna inanan, bilim adamları(genelde İsviçrelidir bunlar) bulduysa doğrudur diye düşünen halkım da inanıveriyor.

Hepimiz bu doğanın birer parçasıyız. Aşk’ı etraflıca düşündüğümüzde bunun kimyasal bir kısmı olabilir, doğrudur. Ancak hayatımızın tamamını buna bağlamak çok yanlış değil mi? “Aşkın Kimyası” yerine önce bir “Aklın Kimyası”nı anlayın önce… Sana zarar veren bir insanı bile bile seviyorsan bu kalbinin değil beyninin suçudur. Yani senin suçundur… Aşk bir çok faktöre bağlıdır bence, bir kısmı kimya ise bir kısmı akıl, bir kısmı da çevresel olabilir mesela… Tüm bunları doğru denk getirdiğinde ortaya düzgün ürün çıkar,aşk olur. Öteki türlü zaten herkesin yana yakıla ağladığı eziyet oluyor insana..

Tekrar gelelim o işi gücü olmayan bilim adamlarının tespitlerine… Aşk konularında en gıcık olduğum şey “Seviyorum ama âşık değilim” sözüdür. Bu bilim adamlarına göre Aşk’ta feniletilamin, dopamin ve norapinefrin aşk’a sebep olurken, endorfin ve oksitosin sevgi’yi sağlarlarmış. O zaman bunları salgılatan meyvelerden yesek şıp diye aşık mı oluyoruz? İyiymiş aslında, baktın ilişkin kötüye gidiyor, yapmış olduğun hataları gözden geçirmek yerine eve 3 kilo portakal ile git ilişkin sütliman olsun. Saçmalığa bak…
Bir zamanlar ben de bu ikisi arasındaki farkı şaşırırdım. Artık biliyorum en azından… Bu cümle sadece insanın duygularının oturmamış olduğu dönemde çıkar. Hislerinden emin değildir belki de… Eğer duyguları oturmadıysa sevgiden kastının ne olduğunu şaşırmış demektir. Burada anlatılan sevgi normal bir arkadaşa veya elmaya, armuta duyulan sevgiden farksızdır. Hâlbuki ilişkilerde aşk ve sevginin ayrımı yapılmaz, yapılamaz. İnsan aşk ile “Bir” olmaktan bahsederken bu “Bir” olmuş duyguları neden ayırır ki aslında? Sevmek ile aşık olmak ayrımı olmaz bir ilişkide… Hangisini söylerseniz söyleyin hissettikleriniz aynıdır aslında, hissettiklerinizi sınıflandırıp da duygularınızı germenize hiç gerek yok bence..

Bu işsiz güçsüz bilim adamlarından sıradaki beklediğim inceleme: “Aşkın Radyoaktivitesi” Bakalım onda neler saçmalayacaklar?

Siz siz olun kalbinizi ve beyninizi dinleyin. Başka da kimsenin hükmü ya da etkisi yoktur zaten hislerinizde.. 
Aşk’ı da aşk’la bırakın..

Aşk’la kalın…       



Share/Bookmark

0 yorum:

Yorum Gönder