İşi gücü olmayan bilim
adamları yeni çıkardılar bu terimi: “Aşkın Kimyası” Feromon diye bir salgı
varmış, onu parfüm yapınca karşı cins kendi beynine karşı bile koyamadan direk cinsel
hisler içerisine giriyormuş. Bu işi gücü olmayan bilim adamları aşkı bir kalp
macerasından, hislerden ziyade bir beyin aktivitesidir diye tanımlıyorlar.
Hatta bilimsel olacak diye üç farklı faz haline de uyarlamışlar: “Büyüleyici
Faz”, “Bağlılık Fazı”, ve “Güven Fazı”. Yani bilim adamlarına göre bir insana âşık
olmaz elimizde değil sadece hormonların etkisindeymiş. Kısaca yanlış bir insana
âşık olunca, ondan zarar görünce benim değil hormonlarımın suçu diyebiliyor
günümüzdeki insanlar. Oh ne kolay değil mi?
Yahu insan biraz düşünür.
Sen insan ’sın, düşünebilen bir canlısın, hayvandan bir farkın var ki 1000 sene
önceki hayvan bugün de aynı şeyi yaparken bak sen uzaya falan gidiyorsun, iphone
falan yaptın hani… İnsanda akıl, mantık diye bir şey var sonuçta.. İnsanoğlu
iradesini kullanarak aç kalabiliyorken, gerekirse günlerce uyumuyorken, her
şeyden önce üretebiliyorken bunlara iradesi yetiyor da ötekiler mi hormon?
Büyüdükten sonra anne-babaya saygı duymaya devam eden kaç hayvan gördünüz
çevrenizde?
Bu tip buluşlar hayatı
boyunca asosyal olmuş, insan olamamış duygulardan bir haber bilim adamlarından
çıkıyor bence. Sonra da her okuduğuna inanan, bilim adamları(genelde İsviçrelidir
bunlar) bulduysa doğrudur diye düşünen halkım da inanıveriyor.
Hepimiz bu doğanın birer
parçasıyız. Aşk’ı etraflıca düşündüğümüzde bunun kimyasal bir kısmı olabilir,
doğrudur. Ancak hayatımızın tamamını buna bağlamak çok yanlış değil mi? “Aşkın
Kimyası” yerine önce bir “Aklın Kimyası”nı anlayın önce… Sana zarar veren bir
insanı bile bile seviyorsan bu kalbinin değil beyninin suçudur. Yani senin
suçundur… Aşk bir çok faktöre bağlıdır bence, bir kısmı kimya ise bir kısmı
akıl, bir kısmı da çevresel olabilir mesela… Tüm bunları doğru denk
getirdiğinde ortaya düzgün ürün çıkar,aşk olur. Öteki türlü zaten herkesin yana
yakıla ağladığı eziyet oluyor insana..
Tekrar gelelim o işi gücü
olmayan bilim adamlarının tespitlerine… Aşk konularında en gıcık olduğum şey “Seviyorum
ama âşık değilim” sözüdür. Bu bilim adamlarına göre Aşk’ta feniletilamin,
dopamin ve norapinefrin aşk’a sebep olurken, endorfin ve oksitosin sevgi’yi
sağlarlarmış. O zaman bunları salgılatan meyvelerden yesek şıp diye aşık mı
oluyoruz? İyiymiş aslında, baktın ilişkin kötüye gidiyor, yapmış olduğun
hataları gözden geçirmek yerine eve 3 kilo portakal ile git ilişkin sütliman
olsun. Saçmalığa bak…
Bir zamanlar ben de bu
ikisi arasındaki farkı şaşırırdım. Artık biliyorum en azından… Bu cümle sadece insanın
duygularının oturmamış olduğu dönemde çıkar. Hislerinden emin değildir belki de…
Eğer duyguları oturmadıysa sevgiden kastının ne olduğunu şaşırmış demektir.
Burada anlatılan sevgi normal bir arkadaşa veya elmaya, armuta duyulan sevgiden
farksızdır. Hâlbuki ilişkilerde aşk ve sevginin ayrımı yapılmaz, yapılamaz. İnsan
aşk ile “Bir” olmaktan bahsederken bu “Bir” olmuş duyguları neden ayırır ki
aslında? Sevmek ile aşık olmak ayrımı olmaz bir ilişkide… Hangisini söylerseniz
söyleyin hissettikleriniz aynıdır aslında, hissettiklerinizi sınıflandırıp da duygularınızı
germenize hiç gerek yok bence..
Bu işsiz güçsüz bilim adamlarından
sıradaki beklediğim inceleme: “Aşkın Radyoaktivitesi” Bakalım onda neler
saçmalayacaklar?
Siz siz olun kalbinizi ve
beyninizi dinleyin. Başka da kimsenin hükmü ya da etkisi yoktur zaten
hislerinizde..
Aşk’ı da aşk’la bırakın..
Aşk’la kalın…
0 yorum:
Yorum Gönder