Şu dünyada kendi varlığına kendi rızasıyla karşı çıkmaya
çalışan başka canlı var mıdır insandan başka? Olduğundan, olması gerekene geçiş
yapmaya çalışmakla geçiyor ömrümüz. İnsanlar giriyor hayatımıza, insanlar
çıkıyor. Hayatımıza yaklaşmaya çalışırken kimileri, köşe bucak kaçarız. Kimini
de hayatımıza sokmak için kırk takla atarız… Bazısını hayatımızdan çıkarmaya
çalışıp da bir türlü beceremezken, kimini de bir çırpıda siliveriyoruz yeri
gelince… Peki, nereden geliyor bu ülkelerin hudut çizgilerinden daha keskin
sınırlarımız?
Tek kelimelik olgularla şekilleniyor hayatımız.
Sevgi, aşk,
saygı, güven, sadakat, iyi, kötü, güzel, çirkin, nefret, intikam ve daha
birçoğu… Başımıza gelenler bir olgudan diğerine ittiriveriyor bizi elimizde olmadan
çoğu kez. Sevmişssindir bir olay yaşarsın, hoop nefrette yürür görürsün
kendini. Güvenmişsindir bir kazık yersin, hoop güvensizlikte devam edersin geri
kalan zamanda. Sonra karşına birisi çıkar bir olay yaşarsın tekrar geçersin
güven hattına.. Ama bazı duygular vardır ki çok zor olur geri dönmek yaşanan
onca kötü badirenin ardından…
Güven de böyle bir duygu sanırım. Üst üste birçok yanlış
insan gelir girer hayatına. Acımasızca geçirirler sana hançerlerini buldukları
her boşluktan. Aldatılırsın bazen. Hem her zaman aşık olduğun yaralamaz seni…
Bazen ailen de aldatır, hem de dünyada asla zarar beklemediğin, hep yanında
olacağını sandığın ailen… Onun yarası daha da derindir, bir ömür geçmez, hep
kanar durur… Neyse, Sezar demiş ya “Sen de mi Brütüs?” diye. Bir kere değil
defalarca söylemek zorunda bırakılırsın bu meşhur sözleri. Yediğin darbeler o
kadar acıtır ki canını, en sonunda yaşama devam edebilmenin tek yolunu
kimselere güvenmeden yaşamak zannedersin. Ve öyle bir zırh giyinirsin ki
üstüne, artık hiç kimse zarar veremez sana. Dersin içinden, kuyruğu dik tutmak
lazım her zaman, zayıflıklarını gösterme sakın kimseye…
Günler geçer, aylar, yıllar geçer aradan. Artık o zamanında
yediğiniz hançer yaraları kapanmış, sadece izleri vardır. Aynaya her baktığında
görürsün, için acır yine de… O yaralar iyileşsin diye verdiğiniz mücadeleyi
unutmazsınız, unutamazsınız isteseniz de… Nasıl aldığınız darbelerin izi
kaldıysa kalbinizde, o kalp eskisi gibi olmadığı gibi siz de eskisi gibi
değilsinizdir. Güvenemiyorsunuzdur artık kimseye… Çoğu zaman karşı tarafa çok
soğuk biri olduğunuz izlenimi verirsiniz. Çevreniz çok yakın gözüken birçok
insanla çevrilidir. Gülersin, eğlenirsin, birçok şeyi hatta her şeyi
paylaşırsın onlarla. Ama bir dönüp bakarsın derdin olunca, hangisine
anlatabilirsin ki içindeki sıkıntıyı? Hayır, anlatamazsın işte. Bu, onlardan
değil senden kaynaklı bir sorundur. Bilirsin aslında bu sefer ne kadar
güvenilir insanlarla çevrili olduğunu ama karşı taraf ne kadar iyi niyetle,
hatasız bir şekilde yaklaşmaya çalışsa da yanına, hiçbir zaman o kurduğun
duvarlarını, giydiğin zırhını aşıp da yaklaşamamıştır sana, gerçek sana…
Çektiğin acılar, içinden çıktığın fırtınalar o kadar
incitmiştir ki seni, bir süre sonra bu kimselere güvenememek vücudunun,
benliğinin, beyninin ve duygularının bir parçası olmuştur artık. Yıllar boyu
haykırışlarını kimselere duyuramamak, her seferinde acımasızca incitilmek bir
daha buna adım atmayı imkânsızlaştırmıştır adeta… Kendi kendini engellersin her
adım atacağın anda, yine parçalanacağım diye ödün kopar.
İçinde tuttukça güvensizliğini, bu sefer özün, insan doğası
karşı çıkar sana… Beynin farklı, kalbin farklı komutlar vermektedir vücuduna.
Feci bir ikilemde kalmaya başlarsın zaman geçtikçe. Verdiğin her karar, geride
durduğun her dakika sana ve sana yaklaşmaya çalışan için en faydalıdır dersin.
Halbuki ikinizi de yavaş yavaş tükettiğinin farkındasındır içten içe… Ama
vazgeçemezsin işte, adım atamazsın.. Öyle bir şey işte…
0 yorum:
Yorum Gönder